2 Eylül 2009 Çarşamba

Yakisikli 11i projeme adım adım yaklaşırken...

Umutcan "tembel hayvanın" günde olsun olsun 20 cm hareket ettiğini söylemişti. Reankarne olup tembellik huyumdan vazgeçemediğim makul bir varsayım... Uzun zamandır Nuh nebi'den kalma bilgisayarımı tekrar kurup içindeki ıvır zıvırlarımı alacağım günün gelmesini bekliyorum. İşte o gün geldiğinde 2004 den kalma yakışıklı 11 fotoğraflarımı ve nasıl bir oyun sistemi kurduğumuzu bulup ahanda burada paylaşıverciim.
Söyleyin söyleyin, yüksek sesle, çekinmeden; ne de olsa kadın kısmısı futbolu anca üç beş güzel mahlukat uğruna seyreder. Insanoğlu hepiciğini birden istiyo canlar, hem adamların hem de futbolun güzel olduğu bir dünya mesela...
Bugün tam da konuyla ilgili motive edici bir sayfa ile karşılaştım.
Nası!!Bazılarının daha kuccukken ne olacakları belliymiş, di mi?
Haftasonu bu işi halletmeli, hatta dostlarla beraber yeni bir 2009 11'i çıkarılmalı...
Tavsiye olunur, çok eğlenceli 2-3 saat garantidir....

19 Mayıs 2009 Salı

FiTboL

Futbol'a 'fitbol' denilen zamanlarda, amacın o olduğu düşünülerek, verilen 'hadi gol yap' komutu alınan dönemde, sonraları mahalle maçlarının vazgeçilmezi olacak '9 katlı plastik top'la başlayan ilgili olma hali.

Plastik top istenilen yere çoğu zaman gitmediği için takımdaşına yakın olmaya çalışıp, ayağa pas çabaları; üstten aut, taş üstü diyaloglarından kaçmak için yerden plase şut atma uğraşları; dar mahalle sokağında hızlı hamle yapabilmek için her iki ayağı da kullanma çalışmaları. İzlenilen çizgi filmler, okulda yapılan muhabbetler, 10 dakikalık tenefüs maçları, mahalle maçları gibi eski okul partikleri.

2000 yılı şampiyonlar ligi finalinde real madrid valencia'yı 3-0 yenerken 75. dakikada kontra ataktan uzuuun bir koşuyla golü atan raul gonzalez'in attığı golden sonra 'kaptan tusubasa gibiydi, yol bitmedi' demesi yine o eski okulun izlerini taşıyordu.

Şimdilerin rahmetli veya beyaz saçlı 'sipor' abileri tek kanallı dönemde ekrandan 'fitbol' anlatırlardı. Kuralları, uluslar arası turnuvaları, dünya yıldızlarını hep o abilerle yaşadık, onlardan dinledik. Konuşma, okuma, yazma akışıyla dil öğrenildi, futbol izlemesi ve görece oynaması öğrenildi ama neden o abilerin futbola fitbol dediği ancak şekilleniyor.

Futbol; 'football'dan türkçeleştirilmiş, ayak topu anlamına gelen sözcük ve fitbol; feetball, ayaklar topu...

Eski okuldan gizli bir mesaj mı? Neden olmasın? :)

25 Şubat 2009 Çarşamba

real madrid - liverpool maçı sırasında..


efenim,

saat 22:06, günlerden çarşamba, tarih 25 şubat 2009... şampiyonlar liginin güzide hizmetlerinden yararlanan biz faniler televizyon ekranının rahat takip edilebileceği rahat zeminlere totoyu yerleştirdik günün maçını takipteyiz...
ben de arada bugün elimi bile sürmediğim maillerime bakayım derken kendimi laptop'un ekrani ile tv ekranı arasında gider gelir buldum. madem hem top var, hem de yazı neden maçın bir kısmını yansıtmayayım ki blog'a diye düşündüm...

malum ben liverpool'culardanım... yok eğer malum değilse, malum oluna... ben fena halde liverpool'culardanım.... hatta anfield'de maç seyretmek hayallerimin "to do" listesinde ilk on'da yer alıyor... hani şu ölmeden önce yapılacaklar listesi var ya, onda işte :)
neyse bu arada maç pek heyecanlı durup durup takılıyorum oraya... bir torres'in ayağında real kalesinde, bir raul'un kafasında liverpool filesinin önünde geçiyor...

liverpool aşkımı bir sonraki girişe bırakıp, maça geçiyorum...
maç şampiyonlar liginin 2. tur maçlarından... bu arada dakika 29... real attı, ama ofsayt... buradaki tartışma olmadığına dair... birileri de var abi diyor...

pardon yaw... dakika 33, liverpool serbest vuruş kullandı... bu arada maç 0 - 0 deam ediyor.
neyse geriye dönersek bu ofsayt tartışmaları pek eğlendirir beni...
ekrandan yakalamak zor bu ofsaytı... malum... eğer tv karşısında seyrediyorsak maçı, yönetmenin gözüne muhtaçız büyük oranda... yakalarda eğer seyreden gözüyle, biz de farkediyoruz hücum ilerlerken ofsayt değil mi diye... yok yakalayamazsa, tekrar gösterime bakmak lazım... bazı tv'ler çizgi çekiyorlar son savunma oyuncusu üzerinden...
bu arada dak. 38 robben uzaktan bir vurdu, pir vurdu... ufff neyse... yüreğim hopladı... nerede kaldık... son savunma oyuncusu üzerinden çekilen çizgi... biliyorum salakça ama bazen yanlış çekildiğini düşünüyorum o çizginin :P canımı sıkıyor.... bir de çizgi olmadan bakalım yaw... derdimiz yan hakemin ne kadar salak olduğu üzerine tartışmak değil ki... futbol çıplak gözle güzel... de mi...

efenim maç 43. dakikada... daha edece çok laf var.... hakemlerden konuşmak lazım, spikerin isimleri bir türlü öğrenememesinden, defans oyuncularının ne kadar haysiyetli, kanatların ne kadar takdire şayan olduğundan, kimin hangi mevkide oynayanı daha çok sevdiğinden...
lakin ve fakat... maç pek heyecanlı ya da liverpool oynadığı için ben pek heyecanlıyım...
yani... devamı sonra..... derken... hakem liverpool köşe vuruşu kullanacakken maçın ilk yarısını bitiridi.. olacak iş değil, olacakkkkkkkkkk iş değil.......... you'll never walk alone'u söylemeye başlamak lazım :)

17 Şubat 2009 Salı

futbol 101....

Futbolu izleyenlerdenim ben aslında… topu tepiklemek, şut olsun, ofsayt olsun… olsun da ben seyredeyim… seyredeyim de üzerine konuşayım…

Futbol izlerken premier lig gibi bir takıntısı olmayanlardanım aslında…

Hatta hiç olmayanlardan… şampiyonlar ligi finali de olur bana…. Mahalle arası maç da…. Takımların 11 kişiden kurulmuş olması, yerin çim olması, sahanın kale direklerinin “var” olması, fazlaca seyirci ve konfor olması seyretmek için koşul değil bana….

Aradığım bir “şey” var… adını bilmiyorum…. Real Madrid’i seyrederken bulamazsın o “şey”i zaman zaman …. Mahalle arası maçta çoktur da, dünya kupası finalinde esamesi okunmaz…. “şey” işte…. Adı yok, o yüzden adı üzerinde: şey….

Takım ruhu diyor bazıları…. Bazıları ruhun başına sporu getiriyor…. Tek kelime ile tanımlayamıyorlar bile… illa tamlama olacak… olsun varsın da, olmuyor bu takımlı, sporlu, ruhlu tamlamalar… “şey” işte… hissi var adı yok….

Kısaca çok sevilip, içe sinip seyredilendir futbol bende… yalan yok tarihi tanıklık bilinciyle izlediğim maçlar da var… ve lakin aynı tadla değil… ne yalan söyleyeyim…

Dedim ya, izlemenin yanında bir de üzerine konuşması var… tek başına yapıyorum ben bu faaliyeti… deli diyenler oluyor, olmuyor değil…. Kimin umrunda… ancak kendin yap, kendin ye…. Leziz olmuyor… birlikte konuşup, birlikte gülünce keyifli bu meret…. Mezesi sohbet yani…. Bir rakının, bir de futbolun….

Bütün bu seyretme, dedikodu yapma, sevinme, üzülme işlerinde suratlarda bir şaşırma ifadesi bırakıyorum ben çokça…. Hayır, hayır dahi analizlerimden, ulvi yorumlarımdan ötürü değil… cinsiyetim gereği ofsayt üzerine tartışmaya ortak olup, bir de sahada koşanlardan herhangi birini, o an sahada olmayan hatta futbolu bırakmış bir fani ile karşılaştırınca önce ne dediğimi anlamaya çalışan şaşkınlar, ardından dediğimi hızlıca kafada çevirip doğru olup olmadığını kontrol edenler arasında kalıveriyorum… yapılan yorumun sofistikeliğine göre hem fikirse pek canlı, heyecanlı paragraf halinde, nidalı cümlelerle; yok değilse başkasına sarfedeceği “s.ktir leyn” yerine toleranslı bir gülümseme ile davet ediliyorum o kutsal dünyaya… hani inancı var, ama bilgisi yok… olsun mümindir yardım etmek lazım… kucaklamak lazım tavrıyla…

Can kozanoğlu’nu anmak lazım bu noktada… çünkü haysiyetli bağımlılığa sahip futbol izleyicilerinden bazıları bile dönüp soruveriyorlar zaman zaman…. Sen nasıl düştün bu aşka diye…. Oysa tam da C.K.’nın dediği ya da demediği gibi yok ki bir açıklaması… neden futbolu seversin, neden senin yaşama şeklini belirler, neden cümlelerinde jargon olur… neden tutarsın bu takımı…. Ben neden olmasın diyorum bazen cevap olarak, bazense hikaye anlatasım oluyor… hemen dedemi yadediyorum… içli içli sarıyer’in santraforu baba mesut’tan bahsediyorum….. :)

22 Ocak 2009 Perşembe

tebrik ediyorum

efenim,
futbol hayattır, gerisi sadece detaydır
diyerek mevzuya giriyorum...
girdim

9 Ocak 2009 Cuma

Bence Sebebi Bu Olmalı?!

Futbol hayattır diyenlerin bir çoğu, futbol oynama ya da izleme anında toplumsal sorumlulklardan, stresten, zoraki nezaketlerimizden kurtulduğumuz kısa bir tatile çıktığımızı söyler....



Bence futbol topuna vurma ve futbol izleme şansına ulaşabilen her erkek için futbol bir meydan okuma. Sahada akla hayale gelmez işler yapan adamlar bir taraftan kahramanımızken bir yandan da onlardan daha iyi oynamak gibi bir takıntımız var. Futbolla ilgilenen herkesin bu merakına sebep olan bir kahramanı var. Benimki: Franco Baressi...



Dünyada forması müzeye kaldırılan ilk futbolcu unvanı Franco Baressi'ye ait. 18 yaşında kapısından girdiği Milan'da aralıksız 20 yıl forma giyen ve 8 dev kupayı kucaklayan İtalyan futbolcunun üzerinde, Milan formasının dışında kimse bir kulübün tişörtünü dahi görememiştir. Baressi'nin 6 numarasını bugün kimse giyemiyor, çünkü o forma stadın tepesinde asılı.

Pele'den Maradona'dan daha büyük olmanın yolu bu olmalı. Bir çocuğun sokakta Baressi olmaya çalışmasından bahsediyorum. Her pozisyon başında topu kaleciden alıp büyük bir zekayla oyuna sokmasına duyduğu hayranlıktan... Bence sebebi bu olmalı?!

30 Aralık 2008 Salı

Sahne sizin ahali...

Futbola ilgimizin, futbolla hayat arasında kurduğumuz ilişkinin nerden geldiğine bakarak başlamak lazım belki de; kurallarının toplam sayısı bilinemeyen, konuşması oynamasından uzun süren, geyiği hiç bitmeyen bir oyundan bahsediyoruz. Renklerine aşık olduğumuz takımlar mı, kendimizi yerlerine koyduğumuz efsane futbolcu kahramanlar mı, yoksa çorapları birbiri içine koyup tepiklediğimiz zamanlar mı? Futbola olan ilgimiz neyin nesidir, kim kendini hayat dediğimiz sahanın neresinde görüyor, kim hakemle ve federasyonla kavgalı vesaire,vesaire, vesaire...

Kamera! Motor! Ekşın!