25 Şubat 2009 Çarşamba

real madrid - liverpool maçı sırasında..


efenim,

saat 22:06, günlerden çarşamba, tarih 25 şubat 2009... şampiyonlar liginin güzide hizmetlerinden yararlanan biz faniler televizyon ekranının rahat takip edilebileceği rahat zeminlere totoyu yerleştirdik günün maçını takipteyiz...
ben de arada bugün elimi bile sürmediğim maillerime bakayım derken kendimi laptop'un ekrani ile tv ekranı arasında gider gelir buldum. madem hem top var, hem de yazı neden maçın bir kısmını yansıtmayayım ki blog'a diye düşündüm...

malum ben liverpool'culardanım... yok eğer malum değilse, malum oluna... ben fena halde liverpool'culardanım.... hatta anfield'de maç seyretmek hayallerimin "to do" listesinde ilk on'da yer alıyor... hani şu ölmeden önce yapılacaklar listesi var ya, onda işte :)
neyse bu arada maç pek heyecanlı durup durup takılıyorum oraya... bir torres'in ayağında real kalesinde, bir raul'un kafasında liverpool filesinin önünde geçiyor...

liverpool aşkımı bir sonraki girişe bırakıp, maça geçiyorum...
maç şampiyonlar liginin 2. tur maçlarından... bu arada dakika 29... real attı, ama ofsayt... buradaki tartışma olmadığına dair... birileri de var abi diyor...

pardon yaw... dakika 33, liverpool serbest vuruş kullandı... bu arada maç 0 - 0 deam ediyor.
neyse geriye dönersek bu ofsayt tartışmaları pek eğlendirir beni...
ekrandan yakalamak zor bu ofsaytı... malum... eğer tv karşısında seyrediyorsak maçı, yönetmenin gözüne muhtaçız büyük oranda... yakalarda eğer seyreden gözüyle, biz de farkediyoruz hücum ilerlerken ofsayt değil mi diye... yok yakalayamazsa, tekrar gösterime bakmak lazım... bazı tv'ler çizgi çekiyorlar son savunma oyuncusu üzerinden...
bu arada dak. 38 robben uzaktan bir vurdu, pir vurdu... ufff neyse... yüreğim hopladı... nerede kaldık... son savunma oyuncusu üzerinden çekilen çizgi... biliyorum salakça ama bazen yanlış çekildiğini düşünüyorum o çizginin :P canımı sıkıyor.... bir de çizgi olmadan bakalım yaw... derdimiz yan hakemin ne kadar salak olduğu üzerine tartışmak değil ki... futbol çıplak gözle güzel... de mi...

efenim maç 43. dakikada... daha edece çok laf var.... hakemlerden konuşmak lazım, spikerin isimleri bir türlü öğrenememesinden, defans oyuncularının ne kadar haysiyetli, kanatların ne kadar takdire şayan olduğundan, kimin hangi mevkide oynayanı daha çok sevdiğinden...
lakin ve fakat... maç pek heyecanlı ya da liverpool oynadığı için ben pek heyecanlıyım...
yani... devamı sonra..... derken... hakem liverpool köşe vuruşu kullanacakken maçın ilk yarısını bitiridi.. olacak iş değil, olacakkkkkkkkkk iş değil.......... you'll never walk alone'u söylemeye başlamak lazım :)

17 Şubat 2009 Salı

futbol 101....

Futbolu izleyenlerdenim ben aslında… topu tepiklemek, şut olsun, ofsayt olsun… olsun da ben seyredeyim… seyredeyim de üzerine konuşayım…

Futbol izlerken premier lig gibi bir takıntısı olmayanlardanım aslında…

Hatta hiç olmayanlardan… şampiyonlar ligi finali de olur bana…. Mahalle arası maç da…. Takımların 11 kişiden kurulmuş olması, yerin çim olması, sahanın kale direklerinin “var” olması, fazlaca seyirci ve konfor olması seyretmek için koşul değil bana….

Aradığım bir “şey” var… adını bilmiyorum…. Real Madrid’i seyrederken bulamazsın o “şey”i zaman zaman …. Mahalle arası maçta çoktur da, dünya kupası finalinde esamesi okunmaz…. “şey” işte…. Adı yok, o yüzden adı üzerinde: şey….

Takım ruhu diyor bazıları…. Bazıları ruhun başına sporu getiriyor…. Tek kelime ile tanımlayamıyorlar bile… illa tamlama olacak… olsun varsın da, olmuyor bu takımlı, sporlu, ruhlu tamlamalar… “şey” işte… hissi var adı yok….

Kısaca çok sevilip, içe sinip seyredilendir futbol bende… yalan yok tarihi tanıklık bilinciyle izlediğim maçlar da var… ve lakin aynı tadla değil… ne yalan söyleyeyim…

Dedim ya, izlemenin yanında bir de üzerine konuşması var… tek başına yapıyorum ben bu faaliyeti… deli diyenler oluyor, olmuyor değil…. Kimin umrunda… ancak kendin yap, kendin ye…. Leziz olmuyor… birlikte konuşup, birlikte gülünce keyifli bu meret…. Mezesi sohbet yani…. Bir rakının, bir de futbolun….

Bütün bu seyretme, dedikodu yapma, sevinme, üzülme işlerinde suratlarda bir şaşırma ifadesi bırakıyorum ben çokça…. Hayır, hayır dahi analizlerimden, ulvi yorumlarımdan ötürü değil… cinsiyetim gereği ofsayt üzerine tartışmaya ortak olup, bir de sahada koşanlardan herhangi birini, o an sahada olmayan hatta futbolu bırakmış bir fani ile karşılaştırınca önce ne dediğimi anlamaya çalışan şaşkınlar, ardından dediğimi hızlıca kafada çevirip doğru olup olmadığını kontrol edenler arasında kalıveriyorum… yapılan yorumun sofistikeliğine göre hem fikirse pek canlı, heyecanlı paragraf halinde, nidalı cümlelerle; yok değilse başkasına sarfedeceği “s.ktir leyn” yerine toleranslı bir gülümseme ile davet ediliyorum o kutsal dünyaya… hani inancı var, ama bilgisi yok… olsun mümindir yardım etmek lazım… kucaklamak lazım tavrıyla…

Can kozanoğlu’nu anmak lazım bu noktada… çünkü haysiyetli bağımlılığa sahip futbol izleyicilerinden bazıları bile dönüp soruveriyorlar zaman zaman…. Sen nasıl düştün bu aşka diye…. Oysa tam da C.K.’nın dediği ya da demediği gibi yok ki bir açıklaması… neden futbolu seversin, neden senin yaşama şeklini belirler, neden cümlelerinde jargon olur… neden tutarsın bu takımı…. Ben neden olmasın diyorum bazen cevap olarak, bazense hikaye anlatasım oluyor… hemen dedemi yadediyorum… içli içli sarıyer’in santraforu baba mesut’tan bahsediyorum….. :)